Modern İnsan, Doğru Yolda mı?

Günümüzde neredeyse hiç kalmamış olan toplayıcı-avcı topluluklar, yakın bir zamana kadar var oluşunu sürdürmüştür. Bunlar, çağdaş toplayıcı-avcı toplumlardır ve modern insan (Avrupalı, teknolojik, küresel) kadar insandır. Onlar, Paleolitik bir geçmişten taşlaşmış kalıntılar değildi, evrimsel bir ilerleyişin dibinde ya da sabit bir evresine çakılı kalmış hiç değildi.

Kültürel evrimimiz, hiçbir zaman tek bir çizgi üzerinde ya da bir merdivenin basamaklarını tırmanır biçimde, kötüden iyiye; ilkellikten uygarlığa biçiminde ilerlememiştir. Kültürel evrim, çeşitli çizgiler üzerinden, farklı zamanlarda ve aralıklarda, çeşitli coğrafyalarda, değişik biçimlerde ya da benzer biçimlerde değişip dönüşerek süregitmektedir. Bunun bir ilerleme, doğrusal bir zamanda gelişerek devam etme, her şeyi ardında bırakarak yenilenme olarak algılanması bir hatadır. Evrim, çok yönlüdür. İnsanın oluşturduğu kültürden bahsederken kültürel evrimi kalıplara sokmak, düştüğümüz hatalardan biridir. Değişimler, dönüşümler, çeşitlilikler ve farklılıklar, asıl odak noktamızı oluşturmalıdır.

modern insanmodern insan

 

Kaynaklar: http://www.museivaticani.vamoroccanbebers.blogspot.comwww.britannica.com

 

 

 

 

Tarih boyunca kendi topluluğunu öne çıkarmak isteyen toplumlar, her zaman öteki toplumları ötekileştiren söylemlerde bulunmuştur. Hellenler kendilerinden olmayan, farklı dili konuşan halkları “barbar” olarak nitelendirmiştir. Berberi halkları, kendine Berberi değil “Imazighen” yani “özgür insan” der. Aynı biçimde çoğu kişinin Eskimo olarak tanımladığı ve bildiği halklar, kendilerine “Inuit” der ve bunun anlamı, bu ismi taşıyanların insan olduğu, yabancıların insan olmadığıdır.

Farklı toplumların kendine göre yaşadığı farklı yaşam biçimleri vardır. Dünyadaki topluluklar, kendi yaşam biçimlerini öteki toplumlara dayatmaya çok yakın bir zaman diliminde başladı. Avrupa emperyalizminin ortaya çıkışıyla birlikte Avrupalı sömürgeciler, Avrupalı olmayan toplulukları anlamadan, doğru olanın Avrupalıca yaşamak olduğuna inanmıştır. Sömürecekleri bölgelerdeki halklara kendi yaşam biçimlerini dayatmışlar ve bunun olması gereken yaşam biçimi olduğu, ötekilerin yanlış ve eksik yaşadığı düşüncesiyle hareket etmiştir. Küreselleşen dünyanın getirdiği sorunların temelinde yatan çatlaklardan biri de budur. Tek düze, tek tip yaşamlar oluşturmaya başladıkça her şeyin düzene girdiğini, doğrunun bu olduğunu düşünme yanılsamasına kapıldık. Dünyadaki düzenin, farklılıklar ve çeşitliliklerimizden kaynaklı olduğunu anlamadık ya da belleğimizden silip attık.

Kendi yarattığımız “düzenin”, en düzensiz, en dağınık ve en yanlış düzen olduğunu bazılarımız yeni anlıyor. Doğa, içindeki tüm farklılıklar ve çeşitlilikler ile kendi sistemini milyarlarca yıldır kurmuşken, insan olarak ortaya çıktık ve “Hayır, biz daha iyisini yaparız” dedik. İpin ucunu elimize almamızla elimizden kaçırmamız, harekete geçtiğimiz birkaç yılda oldu. İpi kaçırdığımızın farkına varmamız ise bin yıllar aldı. Farkına varanlar, ipi tutmaya çalışırken, farkına varamayanların ötekileri arkadan çekmesi ile çok daha fazla çaba harcamak gerekiyor.

Kendimizi yanılttığımız en çarpıcı nokta: nasıl yaşamamız, ne yapmamız gerektiği ile ilgili tek ve kesin bir bilgiyi arıyor olmamızdan kaynaklanıyor.

Dünya Üzerindeki Tüm Yaşamları Kendi Yaşamımızı Kolaylaştırmak Pahasına Yok Ediyoruz

modern insanKaynak: Magdalenian Humans – Elisabeth Daynes science photo library.

İnsanlık tarihinde adı geçen devrimlerin, şimdiki yaşantımızı kolaylaştırdığını hepimiz kabul ediyoruz. Tarım devrimi, oradan oraya göç edip yana yakıla yiyecek yemek arayıp birkaç meyve-yemiş toplayıp topluluğumuzdan birkaç kişinin belki haftalarca ava çıkıp eli boş gelmesi gibi zor yaşamlarımızı kolaylaştırdı diye düşünüyoruz (ki bu da bir başka yanılgı). Endüstri devrimi, günlerce, haftalarca, aylarca insan gücüyle çalışarak üretmeye çalıştığımız, artan nüfusumuzun gereksinimlerini karşılamak için bireylerin çalışarak üretmek zorunda olduğu ürünleri daha az sürede, daha az kişiyle, daha çok kişiye ulaşabilir kıldığından yaşamımızı kolaylaştırdı. Peki bu devrimlerin günümüzdeki yansımalarına bakacak olursak? Sürekli artan insan nüfusunu beslemek için sürekli artan bir besin üretimi, sürekli artan gereksinimler için sürekli artan ürün üretimi ile sürekli daha fazlaya gereksinim duymaya devam ettik. Fazladan üretilen her ürünle dünyamızdaki kaynakları geri dönüşü olmayacak bir biçimde, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi tükettik. Hâlâ da tüketmeye devam ediyoruz. Devrimler sonucunda yaşamımız bir yandan kolaylaşırken bir yandan da yaşam, avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor. Hem de yalnızca bizim yaşamımız değil dünya üzerindeki tüm yaşamları kendi yaşamımızı kolaylaştırmak pahasına yok ediyoruz.

Daha fazla ürüne gereksinimimiz olduğuna inanarak daha fazla ürün ürettik. Bir gün bir kıtlık ya da herhangi bir sorun çıkarsa bu ürettiğimiz fazlalıkların bizi idare edeceğini düşündük. Geldiğimiz noktada görülen şudur ki, eğer üretimi bu denli abartmadan, kendimizi idare edecek kadar yapmış olsaydık şu an yaşadığımız iklim sorunları, su sorunları, kıtlık sorunlarını yaşıyor olmazdık. Yaptığımız hataların farkına varıyor olmamız güzel ancak bu hataları düzeltecek, artık hata yapmayacak biliş düzeyine ulaşmak için toplumumuzun gidecek daha çok yolu var gibi görünüyor. Biz o yolu kat etmeye çalışırken tükenen dünyanın çığlıklarına daha ne kadar kulak tıkayabilir ve ne zaman toplu bir hareket başlatabiliriz bunu bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, eğer bir an önce harekete geçmezsek bir daha asla hareket edemeyeceğimiz.

Böyle Giderse Filmin Sonu Nasıl Olacak?

Dünyada her şey evrim geçiriyor, canlılar, dirimsel olarak evriliyor; nesneler, maddesel olarak evriliyor ve bu sürekli devam ediyor. Bir kaya, yıllar içinde parçalanırken ya da canlı bir organizma çürürken kimyasallar açığa çıkar ancak bu, doğanın başa çıkamayacağı bir ölçüde değildir. Biz laboratuvarlarımızda, ürettiğimiz ürünlerde, kullandığımız nesnelerde doğanın altından kalkamayacağı ölçüde kimyasalı kendi elimizle ve farkında olarak doğanın kalbine bırakıyoruz. Dirimsel dengenin sınırlarını zorluyoruz.

Yaşam var olduğu sürece evrim, değişim, dönüşüm devam edecek. İnsan ise evrimini tamamlamış gibi davranıyor. Kendi evrimini tamamlamış ve etrafındaki her şeyin evrimini kendi ellerine almış gibi davranıyor. Böyle devam ettiği sürece evrimini sonlandırmış olacak. Hem de yalnızca kendi evrimini değil doğada yaşayan öteki canlılarınkiyle birlikte tüm yaşamı yok ederek sonlandıracak. İnsan yok olduktan sonra, her şeyin sonunu getirmeyi başaramamış olursak dünya yeniden toparlanma olanağına sahip olacak; yeniden çiçekler açarak yaşama tutunabilmiş tüm türler yaşamına devam edebilecek. Ancak bu gerçekleşirse Homo Sapiens Sapiens bunu göremeyecek. Sonu gelen son tür olarak, sonunu getirdiği öteki türlerle birlikte tarih sahnesinden ayrılacak ama bu alkışlar eşliğinde olmayacak.

Dünyanın bize ait olduğu yanılgısıyla yaşadığımız filmin sonunda büyük puntolarla tek bir tümce yazacak: İnsan, dünyaya aitti; öteki tüm canlılarla birlikte.

THE END

modern insan

 

Kaynak
  • Kapak Fotoğrafı: Richard Leaky: Homo Erectus to Sapiens

Funda Uğraş

Arkeolog, araştırmacı. Üniversite eğitimi boyunca çeşitli kazı ve araştırma projelerinde çalıştı. Deneysel Arkeoloji, Kültürel Antropoloji, Prehistorik Arkeoloji ve Ekoloji alanlarında kendini geliştiriyor. 2013 yılından beri dreadhead, 2015 yılından beri vegan, hayvan hakları savunucusu, atıksız yaşamaya çalışıyor. Sürdürülebilir bir gelecek için değişime önce kendinden başladı ve şimdi çeşitli platformlarda insanlarda farkındalık yaratmaya, hayvanlar ve dünya yararına adımlar atmaya çalışıyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir