Ekolojik Yıkım ve Hayvan Kullanımı İlişkisi

Altıncı Büyük Yok Oluşun eşiğindeyiz. Eşikte beklerken ileri ya da geri adım atma kararsızlığımızla ayaklarımızın altında ezilen canlı yaşamını bir o tarafa, bir bu tarafa savuruyoruz. Tarih boyunca insan türünün kendi kendini konumlandırdığı noktanın bizleri getirdiği yer bir yok oluş krizi oldu. Dünya daha önce 5 farklı yok oluş geçirdi ancak günümüzde yaşıyor olduğumuz yok oluş, insan türünün faaliyetleri sonucunda gerçekleşiyor. 5. Yok Oluş, günümüzden yaklaşık 65 milyon yıl önce bir meteor çarpması ya da volkan patlaması sonucu tetiklenen bir süreç sonucunda gerçekleşmiş ve dinozorların yok olması olarak zihinlerimize yer etmişti. Bugün yaşıyor olduğumuz çevresel felaketlerin ve her yıl onlarca canlı türünün yok olmasının nedeni ise insan türü. Bu yüzden yaşadığımız ve yaşıyor olduğumuz dönem, bilim insanları tarafından Antroposen Çağ (İnsan Etkili Çağ) olarak adlandırılıyor.

Tarihte neden olduğumuz değişimlerle, yarattığımız kültürü “uygarlık” olarak tanımlandık. Yeni kara alanları keşfederken ve farklı kültürlere karşı bir etnolojik karşı duruş başlamışken, kendilerine “uygar” diyen toplumlar tarafından kendi gibi olmayan, doğayla birlikte yaşayan insanlar “barbar ve ilkel” olarak nitelendirildi. Antik Yunan dönemi filozoflarından beri yazılı kaynaklara kazınmış antroposentrik düşünce, modern çağa gelindiğinde insan türünün elinden çıkan her şeyin temelinde yer edinmişti. Aristo, “doğadaki her şey insan için vardır, insan haricindeki şeylerin değeri yalnızca insanlara sağladıkları fayda kadardır” derken 21. yüzyılda insan türünün yalnızca kendini düşünerek attığı adımların, insandan değersiz görülen canlı türlerinin soyunu tüketeceğini ve bir yandan da insan türü için tehdit oluşturacağını tahmin etmeliydi.

İnsan, doğayı ve çevresini değiştirip dönüştürürken sonucunu düşünmeden ya da umursamadan attığı adımlarla günümüzün başlıca konusu olan iklim değişikliğine yol açmış oldu. Çevrede yaşanan ve insan etkisiyle geliştiği bilinen bu kriz, geçmişte yarattığımız üretim-tüketim ilişkilerinin birleşmiş etkisidir. Tarihte çevre üzerinde etki yaratan ani değişimlerden biri 1750’li yıllardaki Sanayi Devrimi ve fosil yakıt kullanımı ile gelişmiştir. 1850’lere gelindiğinde artık havadaki karbondioksit oranının ciddi bir şekilde arttığı görülmeye başlandı. 1950’lerde ise nükleer silah testlerinin başlamasıyla birlikte radyoaktif birikintiler gezegenin her yanına dağılmaya başlarken; 1960’larda dünyanın her noktasında mikroplastikler ve insan üretimi kimyasallar yerini almıştı. 1960’lar, ekolojik yıkımın bilim insanları tarafından dile getirildiği; çeşitli alanlarda yapılan çalışmalar ve yaşanan çevresel sorunların duyulur olmasıyla çevre hareketinin dönüm noktalarından oldu. 1962 yılında biyolog Rachel Carson’un Sessiz Bahar isimli kitabını yayınlaması dünyadaki çevresel hareketin başlangıcı olarak anılmaya başlandı.

Ekoloji tanımı, 19. yüzyılda (1866) ilk defa Earnst Haeckel tarafından kullanılırken, canlıların birbirleri ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bir bilim dalı yaratılmış oldu. Ancak diğer tüm pozitif bilimlerde olduğu gibi, ekolojinin de düşünsel temelleri antroposentrik düşünce sistemi üzerine kurularak şekillendi. İnsan topluluklarının yeni keşfedilen kara alanlarında yaptığı bilimsel çalışmalarla farklı pek çok bitki ve hayvan türü saptanmış oldu. İnsan, çevreyi ve çevredeki canlıların birbirleri ile ilişkisini tanımlarken, insanı diğer canlılardan ayrı tutarak sınıflandırmalar yaptı. Mesela bir besin zinciri / besin piramidi kavramı yaratıldı ve insan, yine insan tarafından bu piramidin en tepesinde konumlandırıldı.

Doğayla birlikte, doğanın bir parçası olarak hareket eden insan, doğayı dönüştürüp yalnızca kendi ürettiklerinden bir çevre oluşturdu. Bizim diğer tüm hayvanlar gibi doğayla birlikte var olan kimliğimiz, doğanın ve diğer her şeyin insan için var olduğunun düşünüldüğü bir sürece evrildi. İkinci Dünya Savaşı’nda bir endüstri yaratıldı ve kimyasal savaş etkenlerinin geliştirildiği süreçte bazı kimyasalların böcekler üzerinde öldürücü etkisi olduğu keşfedildi. Bu keşif ise şans eseri gelişmemişti çünkü zaten insanlar üzerinde öldürücü etkisinin olup olmadığı önce böceklerin üzerinde deneniyordu. Gittikçe artan insan nüfusunun beslenmesi küçük tarlalarda ve çiftliklerde karşılanamaz hale gelince Yeşil Devrim olarak bilinen ve tek tip tarım ürünlerinin dönümlerce arazide yetiştirildiği, bununla birlikte pestisit (tarım ilacı) kullanımının geliştiği bir sürece girildi. Kullanılan kimyasallar böcekleri öldürürken bir yandan da yer altı ve yer üstü su kaynaklarına karışarak insanların ve insan dışındaki hayvanların ölümüne neden olmaya başladı. Ekim yapılan arazide kullanılan ilaçlar hem insanlara hem de insanların tüketimine sunulan hayvanlara verildiği için ineğin sütünden insanın sütüne kadar her bir canlının bedeninde kimyasallar tespit edildi.

Kendi hayatlarımıza konfor katarken satın aldığımız plastik ürünler, fabrikalardan çıkan mobilyalar, her hafta yeni sezonu üretilen kıyafetler, kullandığımız fosil yakıtlar, sömürdüğümüz hayvan bedenleri bizi tatmin ederken bir yandan da ekolojik yıkıma neden oluyordu. İnsanların üretim yaptığı ya da satın aldığı ürünle ilgili yalnızca maddi kaygılar yaşamaları; kirlenen toprakları, tükenen kaynakları, yok olan canlı türlerini, eriyen buzulları ve çöp yığınına dönüşen denizleri ikinci planda bıraktı. İdeolojik yapılar ve çevreci örgütlerin 21. yüzyılda çevresel sorunlardan bahsetmek zorunda kalmaları, ikinci plana atılan sorunların etkisinin insanlar üzerindeki görünür yansımasından kaynaklanıyor. Doğa yıllardır bir yıkım yaşıyor ancak doğadan kopan insan türü bu yıkımı göremiyor, umursamıyordu. Yangınlar, hastalıklar, ölümler, seller, sıcaklıklar, plastikler doğada zaten insan dışındaki hayvanların karşılaştığı sorunlardı. İçtiği suda bulunan tarım ilacıyla zehirlenen kuşun ölümü ve ölen kuşu yiyerek zehirlenen hayvanlar; yaşam alanlarında hayat mücadelesi veren primatlar yalnızca birkaç hayvan hakları aktivistinin umrundaydı.

Bizler ekolojinin bir parçası olan hayvanları kullanma biçimlerimizin ekolojik yıkıma neden olduğunu daha yeni anlıyoruz. Ekolojik yıkımın başlıca nedeninin “hayvan kullanımı” olduğunu çok kısa bir süre önce dile getirebildik. Dünyadaki yaşanabilir arazinin yarısının hayvan endüstrileri ve hayvanlara yem üretmek için ayrılmış tarım alanları tarafından işgal edildiği, çoğu çevreci örgütün değinmediği ancak artık söylemek zorunda kaldığı bir gerçek oldu. Dünya hayvan nüfusunun %60’ı insanların kullanımına sunulan ve insanların yemesi için üretilen hayvanlardan oluşurken, tahrip ettiğimiz doğada hayatta kalmaya çalışan yaban hayvanlarının nüfusu %4’e düştü.

2006 yılında Birleşmiş Milletler yayınladığı raporda şunu belirtmek zorunda kaldı: “Hayvancılık sektörü yerelden küresele her ölçekte en ciddi çevre sorunlarına katkıda bulunan en önemli iki veya üç sektörden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu raporun bulguları sonucunda, arazi bozulması, iklim değişikliği ve hava kirliliği, su kıtlığı ve su kirliliği, biyoçeşitlilik kaybı sorunlarının ana politika odağının hayvan kullanımı olması gerekir.” 2010 yılında ise açık bir şekilde “dünyayı açlık sorunundan, yoksulluğu körüklemekten ve iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kurtarma konusunda vegan beslenmeye küresel bir geçişin hayati önem taşıdığı” konusunda uyarıda bulunuldu. Bu raporlardan önce ve sonra da çeşitli kurumlar ve örgütler tarafından hayvan kullanımının ekoloji üzerindeki etkisi dile getirilmeye başlandı.

Ancak çevresel krizler yaşanırken özellikle ana akım medyada ve basın-yayın organlarında insanların hayvanları kullanma biçimlerinin yol açtığı çevresel yıkım yer bulamadı. Büyük miktarlarda maddi kar elde etmek üzerine kurulu olan hayvan kullanım sektörü ve fonladıkları kuruluşlar çevre sorunlarının nedenleri için başka sektörlere parmak gösterilmesini sağladı. Çevreci olarak tanımlanan kurumların sponsorları arasında hayvan endüstrileri görüldü. Dünyada açığa çıkan ve iklim krizine neden olan sera gazları için fosil yakıtlar suçlanırken çözüm olarak toplu taşıma kullanılması gibi önerilere yer verildi. Ulaşım sektörünün yaydığı sera gazlarından 86 kat daha güçlü etki yaratan metan gazının başlıca üreticisinin hayvan kullanımı olduğu paravanlar arkasına gizlenmiş oldu. Amazon yağmur ormanlarındaki katliam için palm ve soya sektörü suçlanırken yağmur ormanlarının %91’inin hayvan endüstrileri tarafından katledildiği, 2000’den fazla canlı türünün yaşam alanlarının ellerinden alındığı ve yağmur ormanı yıkımının önemli nedenlerinden biri olan soyanın %77’sinin insanların kullanımına sunulacak olan hayvanları beslemek için üretildiğini yazanlar duyulmaz oldu. Brezilya Amazon’larındaki tahribatın %80’inden inek çiftliğinin sorumlu olduğu, 2019 yılında yapılan araştırma sonucunda sığır çiftliklerine yakın bölgelerde yangın çıkma olasılığının diğer bölgelere göre üç kat daha fazla olduğu artık saklanamayacak çevre sorunlarından birkaçı.

Oxford Üniversitesi’nde yapılan bir sera gazı emisyonları araştırmasında, fosil yakıt kullanımının derhal sonlandırılması halinde bile, hayvan kullanımının ürettiği emisyonların tek başına ısınmayı 1,5 santigrat derecede tutamayacağı hatta ısınmanın bu koşullar altında bile iki dereceyi çok rahat görebileceği sonucuna ulaşıldı.

Ormansızlaşma, su kıtlığı, su kirliliği, türlerin yok oluşu ve küresel ısınmanın önüne geçmek için sunulan çözüm önerilerinde vegan bir yaşam yer almazken, bütün çevresel sorunların önüne geçebilmenin en hızlı etki yaratacak yolunun da vegan yaşam olduğu su götürmez bir gerçek. Ekolojik sorunlardan, çevresel yıkımdan bahsederken hiç isimleri geçmeyen ya da geçtiği durumlarda “hayvancılık çevre sorunu yaratıyor” şeklinde söylenen her bir hayvanın insanlar tarafından gasp edilmiş yaşam hakları bir an önce hayvanlara geri teslim edilmelidir. İnsanların neden olduğu bu krizlerden hem kendileri hem de yaşadıkları çevre etkilenirken yalnızca insan türünün çıkarlarına yönelik atılacak her adım, ekolojinin bir parçası olan hayvanların ve onlara ait hakların görmezden gelinmesine neden olacaktır. Her yıl milyonlarca hayvanın mezbahalarda, deney laboratuvarlarında, çiftliklerde, kürk endüstrilerinde, av alanlarında öldürüldüğü ve sömürüldüğü anlayış derhal terk edilmelidir. Hayvanların maruz kaldığı şiddeti, sömürüyü ve bu zulümle birlikte ortaya çıkan ekolojik yıkımı hayvan haklarını gözetmeksizin ele almak mümkün değildir. İnsan ve insan dışındaki hayvanlar ekolojinin bir parçasıdır. Hayvanların “tüketim nesnesi” konumundan tamamen çıkarılarak, insanların tahakkümünden arındırılması gereklidir.

Hayvan kullanımının neden olduğu çevresel sorunlara karşı geliştirilen çözüm önerilerinde öne çıkan “etsiz pazartesi, büyükbaş değil küçükbaş yenilmeli, organik, serbest gezen” gibi yaklaşımlar yalnızca insan vicdanını rahatlatmaya yöneliktir. Ekolojinin bir parçası olan insan dışındaki hayvanları az sömürmek çevreci bir adım değil, antroposentrik bir düşüncedir. Hayvanların tüketim nesnesi ve kaynak olarak görüldüğü bir toplumsal düzende hayvan haklarını reddederek atılan adımlar yetersiz ve eksik kalacaktır. Köklerini sağlam bir temel üzerine inşa etmek isteyen çevreci/ekolojist yaklaşımın vegan bir perspektiften çıkması gerekir. Rant uğruna doğayı tüketen, sonu gelmez bir üretim ve tüketime hapsolan insan; ölüme karşı yaşamı, ayrıştırmaya karşı bütünleşmeyi, tüketime karşı durmayı hedeflemelidir. Bizlere yıllar boyunca öğretilen ilerleme, gelişme, uygarlık ve bitmeyen büyüme arzusu insan türü ile birlikte birçok türün sonunu getiren bir yola evrildi. Geldiğimiz noktada devletlerden, kurumlardan, otoritelerden bir şeyleri değiştirmelerini beklemek yapmamız gereken son şey. Bir şeylerin değişmesi için her bireyin önce kendini değiştirmesi ve bu değişimle birlikte yaşamı ve doğayı savunarak harekete geçmesi gerekiyor.

Dünyanın yalnızca bize ait olduğu yanılgısıyla yaşarken, alışkanlıklarımızdan vazgeçmeme konusunda ısrar edersek diğer canlı türleri ile birlikte kendi sonumuzu da getireceğiz. Eğer bu yok oluştan arda kalan canlı türleri olursa onlara arkamızda şu cümleyi bırakmış olacağız: İnsan, dünyaya aitti; öteki tüm canlılarla birlikte.

 

Kaynaklar:

Sala, E., Mayorga, J., Bradley, D. et al. (2021) Protecting the global ocean for biodiversity, food and climate. Nature 592, 397–402, https://doi.org/10.1038/s41586-021-03371-z

Sejian V. et al. (2015) Global Warming: Role of Livestock. In: Sejian V., Gaughan J., Baumgard L., Prasad C. (eds) Climate Change Impact on Livestock: Adaptation and Mitigation. Springer, New Delhi. https://doi.org/10.1007/978-81-322-2265-1_10

Hannah Ritchie, (2019) What are the environmental impacts of food and agriculture? Our World in Data, 4 Nov 2019

Steinfeld, P. Gerber. et al. (2006) Livestock’s long shadow: environmental issues and options, FAO 2006, Rome Italy

Poore, T. Nemecek. (2018) Reducing food’s environmental impacts through producers and consumers, Science 01 Jun 2018: Vol. 360, Issue 6392, pp. 987-992 DOI: 10.1126/science.aaq0216

Michael A. Clark, Nina G. G. Domingo. et al. (2020) Global food system emissions could preclude achieving the 1.5° and 2°C climate change targets. Science 06 Nov 2020: Vol. 370, Issue 6517, pp. 705-708 DOI: 10.1126/science.aba7357

Michaela C. Theurl, Christian Lauk. et al. (2020) Food systems in a zero-deforestation world: Dietary change is more important than intensification for climate targets in 2050, Science of The Total Environment Volume 735, 15 September 2020, 139353

UNEP 2010 Report, Assessing the environmental impacts of consumption and production: priority products and materials – Summary

Vilma Sandström, HugoValin. et al. (2018) The role of trade in the greenhouse gas footprints of EU diets, Global Food Security, Volume 19, December 2018, Pages 48-55

Walter Fraanje, Tara Garnett, Soy: food, feed, and land use change, 30 Jan 2020, tabledebates.org/

 

 

Funda Uğraş

Arkeolog, araştırmacı. Üniversite eğitimi boyunca çeşitli kazı ve araştırma projelerinde çalıştı. Deneysel Arkeoloji, Kültürel Antropoloji, Prehistorik Arkeoloji ve Ekoloji alanlarında kendini geliştiriyor. 2013 yılından beri dreadhead, 2015 yılından beri vegan, hayvan hakları savunucusu, atıksız yaşamaya çalışıyor. Sürdürülebilir bir gelecek için değişime önce kendinden başladı ve şimdi çeşitli platformlarda insanlarda farkındalık yaratmaya, hayvanlar ve dünya yararına adımlar atmaya çalışıyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir