Killing Eve: Hangimiz Daha Cani?

İngiliz oyuncu, yazar ve yapımcı Phoebe Waller-Bridge’in yaratıcısı olduğu Killing Eve’in final bölümü nihayet ekranlarla buluştu. Diziyi çok seven ve her bir zerresini özümsemek isteyen biri olarak tüm bölümleri tekrar izlemeden diziye veda etmek içimden gelmedi. Ve aklımdan çıkaramadığım 2. sezon 4. bölümle (Desperate Times) tekrar buluştum haliyle. Nihayet ilk izlediğimden bu yana hakkında çokça düşündüğüm bu bölümün üzerine kalem oynatmaya karar verdim. Zira tüm bölümlerin ötesinde bir öneme sahip, alt metni oldukça donanımlı olan bu bölümü es geçmeye gönlüm el vermedi. Peki, Luke Jennings’in Codename Villanelle isimli romanından Waller-Bridge tarafından ekrana uyarlanan, D.C. Moore ve Emerald Fennell’in kaleminden çıkan bu bölümü, üzerine yazı yazma isteği uyandıracak kadar özel kılan nedir?

İlerleyen yıllar, insanın hayvana yaptığı zulmü birçok açıdan daha makul seviyeye getirmiş olsa da samimiyet konusunda aynı ivmenin devam ettiğini söylemek güç. Zira geçmişte insanlar, kendi türüne de aynı vahşeti, muameleyi uygulamaktan çekinmiyordu. Siyahîler, köleler, yerli halklar bazen de beyazlar… Alınıp satılıyor, damgalanıyor, prangaya vuruluyor, vahşice katlediliyor, kafeslerde sergileniyor, makine gibi kullanılıyordu. İnsan olan hayvanın, birbirine yaptığı zulümle insan olmayan hayvana yaptığı zulmün arasında neredeyse hiç fark yoktu.  Eduardo Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarları isimli deneme kitabını okuyan herkes ne demek istediğimi daha iyi anlar aslında. Keza kıtanın kuzeyinde de dünyanın geri kalanında da durum pek farklı değildi.

Zamanla insan hakları ilerlemeye başladı. Kölelik kalktı. İnsana yapılan birçok suç ortaya çıkarıldı, yapılanlardan dolayı özür dilendi. Elbette hâlâ insana yapılan muamele tam olarak düzelmiş değil. Fakat yüzyılın başı ve daha öncesi ile kıyaslandığında aradaki fark kıyas bile kabul edemez. Peki, hayvan hakları? Büyük oranda kendinden daha aşağıda gördüğü türdeşine zulmetmeyi bırakan insan, sırf iki ayak üzerinde yürümüyor, aynı dili konuşmuyor diye diğer türdeşine merhamet etmez. Neden etsin ki? Ne kanunlar önünde ne de yazılı olmayan kurallar, değer yargıları önünde yapılanlardan ötürü ceza almak, dışlanmak söz konusu bile değildir. Hayvanı öldüren ya da öldürülmesine aracı olan ötekileştirilmiyor ve yargılanmıyorken insanı öldüren ya da buna aracı olanlar dışlanıp, cani olarak görülüyorlar. Tıpkı dizinin iki ana karakteri Eve ve Villanelle gibi. Şimdi bunu bahsettiğim bölüm üzerinden biraz açalım.

Kaynak – Vanity Fair

17. yüzyılda De Witt Kardeşlerin başına gelenlerin yüzyıllardan bu yana çiftlik hayvanlarına yapılandan neredeyse hiçbir farkı yoktur. Kısaca bir hatırlayalım. Ne olmuştu? Orange Hanedanı muhalifi olan kardeşler, muhafazakâr bir yerel grup tarafından katledilir. De Witt kardeşler, tüfekle vurulur, asılır, bedenleri yarılarak iç organları talan edilir ve halk tarafından kelimenin tam anlamıyla çiğ çiğ yenir. De Witt kardeşlerin vücutları, ölü bedenleri kasap dükkânlarının vitrinlerinde asılarak sergilenen çiftlik hayvanlarının haline benzer. 1672’de yaşanmış olduğu tahmin edilen bu olayı Hollanda Altın Çağı ressamı Jan De Baen, ölümsüzleştirir. De Baen’in sayesinde geçmişte yaşanan bu olay ve bin yıllardan beri hayvana yapılan zulüm görünür olur. Şu an Amsterdam’da Rijksmuseum’da sergilenen tablo, Lisa Brühlmann’ın yönettiği Killing Eve’in bölümlerinden Desperate Times’a konuk olur. Konuk olmakla da kalmaz, tüm bölümü ele geçirir.

Kaynak – iNews

Sosyopat bir birey olan Villanelle (Jodie Comer), eski işvereni- yeni ortağı Konstantin (Kim Bodnia) ile Amsterdam’daki Rijksmuseum’u ziyaret ederler. Villanelle, kadın vücudunu adeta bir arzu nesnesi olarak öne çıkaran Rönesans tabloları arasında gezinmekten hiç mutlu değildir. Ta ki müzede sergilenen The Corpses of the De Witt Brothers (De Witt Kardeşlerin Cesetleri) isimli tabloyu görene kadar. Her cinayetinde baştan çıkarıcı bir mizansen yaratmayı, görünür olmayı, ilgi çekmeyi seven Villanelle, gördükleri karşısında adeta şaşkına döner. Ve tablonun aktörleri De Witt Kardeşler için bacon (domuz eti pastırması) benzetmesinde bulunur. Tablo, Amsterdam’da çok sıkılan Villanelle’in yaratıcılığına fazlasıyla katkıda bulunacaktır. Zira âşık olduğu Eve’in her zamankinden daha çok ilgisini çekmesi gereken bir sürecin içerisindedir. Tabii Villanelle’in sıradaki cinayetinde tablodan yola çıkmasının en önemli sebeplerinden biri de kurbanının çiftlik hayvanlarını istismar eden bir pedofili olmasının payı da yadsınamaz.

Kaynak – Screen Rant

Villanelle, bir süreliğine de olsa erk temelli dünyada süregelen hayvan katliamını tersine çevirir. Öncelikle hazırlıklara kendinden başlayan Villanelle, pembe bir bavyera dirndl* giyerek dişi yanını ve domuz kafası takarak çiftlik hayvanı yanını ortaya koyar. Domuz, yüzyıllardır insanlara besin temin etmek amacıyla sömürülen, katledilen, horlanan, işkence gören, gezegenin en mağdur hayvanlarından biridir. Villanelle, bu kostüm sayesinde psikoseksüel bozukluğu olan kurbanının ilgisini anında çeker. Onu Amsterdam’daki Red Light District’deki** vitrinli odalardan birine sürükler. Markus, hayvan bedenine olan fetişizminin kurbanı olacağını bilmeden kendini arzularına teslim eder. Villanelle ise kapana kıstırdığı kurbanının işini çabucak halleder. Tıpkı tablodaki gibi…

Üstelik bunu kamuya açık bir şekilde yapmayı tercih eder. Markus, vitrinin öte yanından olanları izleyen karsının, çocuğunun ve meraklı kalabalığın önünde teşhir edilir. Adeta kasap vitrininde sergilenen, katledilerek asılmış domuz bedeni gibi ayaklarından ters asılmış ve gövdesi boylu boyunca yarılmıştır. Performansın son dokunuşu ise Markus’un kafasına domuz maskesi geçirmek olur. Böylece süreç tamamlanmış olur. Villanelle, adeta bir performans sergilemişçesine camdan izleyenlere reverans yaparak gösterisine son verir. Villanelle’nin tüm cinayetleri bir yana bu bir yanadır. Zira bu kez gerçekten yaptığıyla gurur duyar. Çünkü bize asla hisleri olmayan biri olarak yansıtılan Villanelle, kurbanının bilgilerini öğrendikten sonra çok rahatsız olur. Hatta Konstantin, onu ara ara uyarmak zorunda kalır. Villanelle’ye “Kurbanının kim olduğu ile neden bu kadar ilgileniyorsun?” der. Ama Villanelle, Konstantin’in uyarısını dikkate almaz.

Kaynak – Amazon

Diziyi izlemiş ya da izlememiş olanlar bu satırları okurken dehşete kapılabilirler elbette. Ama her şeyi geriye alıp tüm bu olanları terse çevirerek düşündüğümüzde de aynı dehşeti yaşıyor muyuz? Bir adam tarafından kandırılan ya da zorla sürüklenen bir domuz, kaçamayacağı bir yere kapatılıp gözleri bağlanıyor ve yavrusu, ailesi, türdeşleri önünde hunharca katlediliyor. Üstelik hiçbir suçu yokken. İnsan denilen varlığın damak zevklerinden vazgeçmek istememesi gibi şımarık ve bencilce bir durumdan ötürü. Villanelle, sadece toplum tarafından yüzyıllardır gerçekleştirildiği için kabullenilen bir zulmü tersinden göstererek açık etmek istiyor aslında. Vahşi olanın kim olduğunu sorgulatmak, en az Villanelle kadar katil olan ya da var olan katilleri destekleyen, onaylayanlara bir ayna tutmak ister.

Bölümün sormak istediği asıl en önemli soru; canavarın kim olduğudur. Diyelim ki esas canavar Villanelle. Peki, Eve? Villanelle, Amsterdam’da bunları yaparken Eve ise mesai arkadaşı Hugo ile birlikte kızarmış tavuk yer. Bir yandan hunharca tavuğun vücut parçasından yapılan yiyeceği yiyen (Eve, tüm dizi boyunca et yerken kendinden geçen, et yemeyi sevmesiyle ön plana çıkan yanıyla da tanınır.) Eve, yediğinin içinde ne olduğunu sorar. Hugo, kokain ya da yetim eti olduğunu söyler. Eve: “Umurumda bile değil! Tadı böyle güzel olacaksa yetim eti doğrayıp kokainde kızartsınlar.” diyerek güler. Tabii bu yetimi ister insan olan hayvan istersek de insan olmayan hayvan olarak düşünebiliriz. Neticede fark etmez. Bir tarafta önüne hazır sunulan kayıp gönderge*** nedeniyle formu değiştirilmiş olan ceset parçalarını içinde ne olduğunu bilerek hatta zevk alarak tüketen biri, diğer yanda işini kendi eliyle yapan biri. Et yiyerek tüm bu katliamı destekleyen ve bundan ilginç bir şekilde zevk alan Eve, toplum tarafından kabul görüp devletin en üst mertebelerinden birinde çalışır. Villanelle ise hayvana yapılanın aynısını bir insana yaptığı için kanun önünde suçlu, cani olarak görülerek ötelenir. Oysa mevzu can almaksa, yaşam hakkıysa iki tarafın da birbirinden farkı yoktur. Ki Eve’in ileriki bölümlerde içindeki caniyi ortaya çıkaracağını da biliriz. Zaten dizinin sürekli altını çizdiği şeylerden biri Eve ile Villanelle’in çok benzemesidir. Hatta Villanelle için her şeyi açık bir şekilde yaptığı için asla samimi olmayan Eve’den kat be kat daha olumlu bir yerde durduğu da söylenilebilir.

 

Dip notlar:

*Almanya’nın Bavyera bölgesinde, Avusturya köylerinde, Liechtenstein’da kadınların giydiği geleneksel kıyafet. Eskiden kadın hizmetçilerin üniforması gibi kullanılıyormuş, ancak 1870’lerden sonra varlıklı sınıf da bu kıyafetleri kendi standartlarına göre uyarlamış.

**Kırmızı fener mahallesi, Amsterdam’ın sex shop, striptiz kulüpleri, yetişkin film sinemaları, porno tiyatrosu, çeşitli ot vb halüsinasyon etkili maddelerin yasal olarak satıldığı, turistlerin akın ettiği, adeta bir müzeyi andıran mahallesidir.

****İnsanların yediği etin nereden geldiği, ne olduğu, kim olduğu arasındaki bağlantının koparılmasıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir