Biri olmadan diğeri hep eksik: Vegan Feminizm

Çok değil 10 ila 15 yıl öncesini hatırlayalım. Feministler için söylenenleri, feministlere toplumdaki bakış açısını. Feministler, sürekli kendi gibi düşünmeyen insanları linç etmeye çalışan, öfkeli, geçimsiz insanlar ve de erkek düşmanları olarak yaftalanıyordu. Sadece tutucu kesimde değil sol cenahta bile devrimin yolunu saptırmakla hatta emperyalizmin oyunu olmakla suçlanıyordu feminizm ve feministler.

Ne kadar benziyor değil mi esasında veganlar için şu anda söyleyenlere; öfkeli veganlar, hayvansal ürün tüketenlere saygısı olmayan veganlar, hatta herkesin kendisi gibi olmasını isteyen faşizan veganlar. Ama nasıl zaman, o öfkeli denilen feministleri haklı çıkardı, o öfkenin, isyanın her kadın cinayeti duyulduğunda, her istismar, taciz, tecavüz ve zorlamanın ifşa edildiğinde yaşanan öfke patlamaları sadece feministlerde değil birçok farklı görüş ve yaşayıştaki insanın ruhunu derbeder ettiği görüldü. Aynı süreci veganizm de büyük ölçüde yaşayacak belki de. Birbirlerinin yaşadığı şeylere en empati duyabilecek iki akım esasında veganizm ve feminizm. Biri olmadan diğeri hep eksik kalacak. Biraz daha açalım konuyu.

Vegan feminizm

İnsan merkezciliğin karşısında vegan feminizm

Vegan feminizm, ataerkil, erkek egemen düzenin tahakkümünden sadece insanların değil tüm hayvan türlerinin olumsuz etkilendiğini savunan, cinsiyetçi sömürüye karşı topyekün bir karşı duruşu sergileyen bir akım. Bu akıma sadece feminizmin ya da sadece veganizmin bir kolu demek çok doğru olmaz, birbirini bütünleyen, birbiriyle varlığını ve mücadelesini büyüten bir akım demek daha doğru olur. Vegan feminizm, sadece insan merkezci bir feminizmi yetersiz görür, hiçbir canlının diğerinin ihtiyacı için tüketilemeyeceğini savunur, topyekün bir mücadele işaret eder.

Türcülük ve ataerkillik birbirini tetikliyor, pekiştiriyor

Feminizm şimdiye kadar doğası gereği ırkçılığa, kapitalizme, militarizme karşı çıktı. Tüm bu mücadelere de ortak oldu. Fakat halen çok önemli bir kolun eksik olduğunu görüyoruz. O da veganlık ve hayvan hakları. Türcülük ve ataerkillik birbirinin benzeri, birbirini tetikleyen ve pekiştiren iki büyük sorun. Vegan feministler, erkek egemenliğinin eleştirildiği kadar, erkek veya kadın veya LGBTi birey farketmez, tüm insanların, insan dışı tüm türler ve doğa üzerinde kurduğu tahakkümün de görmezden gelinmemesi gerektiğini vurguluyor.

Erkek iktidarının her öğünde yeniden üretilmesi

Vegan feminizme dair başucu kitaplarından biri “Etin Cinsel Politikası”. Bu konuda adeta manifestosal bir kaynak sunan kitabın yazarı, kitapta şu can alıcı esasında her şeyi bir cümlede özetleyen şeyi söylüyor. “Et yemek, erkek iktidarının her öğünde yeniden ilan edilmesidir”.

Et yemek hatta acılı yemek yemek bile toplumda ve onun yansıması şekilde medyada, reklamlarda cinsel ve eril güç sembolü olarak temsil edilegeldi şimdiye kadar. Hayvansal olmayan yiyecekler ise kadınlara ve LGBTi bireylere atfedildi, ikincilleştirildi. Sadece bu bile vegan feminizmin gerekliliğini günlük hayat içinden gösteren bir örnek.

Vegan feminizm

Vegan feminizm queer felsefeyle dönüşüyor

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hem feminizm içinde hem de vegan harekette, vegan feminizm, artık daha görünür. 2000’lerin ikinci 10 yılında, özellikle de Gezi direnişiyle de ana akımda da iyice görünür hale gelen vegan feminist hareket, yine düzenlenen vegan feminist organizasyonlarla da sesini daha çok duyurabildi. Örneğin 2014’te düzenlenen vegan feminist kamp bunlardan biriydi. (Bu kamptaki sonuç bildirgesini okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Tabii, vegan feminizm durağan bir akım da değil. Kendini sürekli geliştiriyor, dönüştürüyor ve yeniliyor. Vegan feminist hareket içinde son yıllarda queer bir felsefeyle ve perspektifle bakılması gerektiği eleştirileriyle birlikte, vegan feminizm sadece kadın erkek karşıtlığına takılmadan cinsiyetsiz bir yöne doğru ilerliyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir